Taslaklarda kalmış tüm yarım yazıları şöyle bi' toparlayayım dedim neler neler oldu hehe 2.
-Epeydir kendim için yazmıyorum. Çünkü gün boyunca o kadar çok başka
şeyler yazıyorum ki...Boğazıma kadar siyasete battım. Olan tüm gücümle
siyaset yazıyorum.Kendimi hem dağıtıp hem de işe verdiğim bi' dönem. İş
de öyle dağınık ki zaten. Nefes aldırmıyor. İlk nefes aldığım an bu an,
onda da direkt kendim için yazmaya başlamak cidden keyifli. Çünkü
rutinimde şu saatlerde ofiste veya toplantıda olmam gerekiyordu. Ama
rutini bozdum çokşükürelhamdürüllah!
Bunu dedikten hemen sonra işe dalmam ve tıkır tıkır başka metni yazıp gelmeme ne demeli acaba?Evden
çalışıyorum diyelim en azından. Çünkü bir anda darlanıp apar topar
aniden ofisten çıkarken "Telefonlarım açık!" diyorum. Yani ulaşılabilir
olacağım deyip gidiyorum diye panik yapmayacaklarını düşünüyorum.
- İyice ağladığıma emin olduktan sonra kahve içeceğim. Hiçbir şey olmamış gibi.
Gündemim
yine tansiyon. Acil doktoru, kurum doktoru ve psikiyatrımın "Mutlaka
gitmelisin" diye ısrarla söylemesin ardından bugün tansiyon için doktora
gittim. Süreci zaten kurum doktoruna sorup öğrenmiştim. Tahlil,
tansiyon takip ve belki holter. Bunlara hazırlıklıydım da tüm bunlar
olurken neler hissedeceğimi hiç düşünüp plan yapamamışım. Her zaman plan
yapamazsın.
Doktora son iki hafta içinde üç kere tansiyonumun
17'ye kadar çıktığını anlatırken, o ana dek bilgisayara bakıyordu. Bana
baktı, bilgisayara baktı. "Yoğun stres veya üzüntü yaşadınız mı?" dedi.
Diyemedim ki ben stresin, üzüntünün ta kendisiyim zaten. Tahliller
çıktı, holter takılana kadar acil durumlarım için ilaç yazdı. Hastaneden
çıkmadan ağlamaya başladım. "Kendime neler yaptım böyle" ağlamasıydı
bu. Bütün o kalp yükümü düşündüm. Bence buradaya kadar iyi gelmişim.
Yalan yok biraz kendime yüklendim.
-Gündemim hâlâ tansiyon ve ben bu gündemden aşırı sıkıldım.
Ekim
ayı aşırı yoğun geçti. Böyle süreçlerde işimin yoğun olmasını, o
toplantıdan bu etkinliğe koşturmayı, saat saat ince işçilikle saha
planlaması yapmayı çok seviyorum. Tüm o süreçte de gerçek hayattan
kopuyorum. Yoğun 2, aşırı yoğun 2 haftadan sonra bende hafif bir 'galiba
beklediğim gibi taşlar yerine oturuyor' hissi oluştu. Kalbimin ne kadar
kırgın olduğunu unutacak kadar da güzel anlar yaşadım. Ama tansiyonun
zorladığı günlerde de hep kalbimi kıran insanları suçladım. Çünkü insan
bazen sadece bir şeyleri suçlamak istiyor.
Geçen akşam her şeyin
samimi biçimde konuşulduğu bir salonda, konu buraya geldi. Tüm süreçlere
en başından hakim abim de masadaydı. "Ben hâlâ çok üzgünüm" dedim.
Sonra birden abime dönüp "Kalbim çok kırık benim, gerçekten." dedim
ağlayarak. Adamı da üzdük durduk yere.
-Kuzulu, kolları beyaz fırfırlı polar sabahlığımın zamanı geldi. Tüm bu
ritüelleri seviyorum. Her şey yolundaymış gibi hissettiriyor.
-Kafam durdu tam da istediğim gibi. Uzun zaman sonra kafam susuyor, ben konuşuyorum.
Ben
o anda bırakmak istiyorum, ama bunun yavaş yavaş geçeceğine inananlar
kazanıyor. Halbuki psikiyatrmla son görüşmemizde bilmiş bilmiş, "Bunun
bir yas süreci olduğunu biliyorum, kendime zaman veriyorum bunun için"
dedim. Canımcığımın da gözleri parladı, gülümsedi. Ne kadar da içgörü
sahibi bir hasta.
* *
Yine yazmaya başladığım yarım
kalmış bilmem kaçıncı metin. 14 Eylül'den bu yana doğum günü yazımı
yazamadım. Oysa hepsini tek tek anlatmak için çok heyecanlıydım. Değişik
ruh hallerinde değişik yazılar yazmışım toparlaması mümkün değil.
Yepyeni bir anlatım dili. En büyük özelliği anlaşılamaması.
Bu da asla tam bir yazı olmayacak
-Bu yaş kaybetmeyi gördüm. Kendine kıyamamayı da. Ne zerafetli bi' denge.
-Bu dibin pek de sonu gelmeyecek gibi. Çünkü ben hala seri biçimde saçma
salak şeyler yapmaya devam ediyorum. Üst üste abuk şeyler olduğu; tüm
bunlar olurken ben de orada olduğum, her şeyi içeriden izliyor halim
dışında da birçok aptallık silsilesi var.