09 Haziran 2025

Bıçak sırtı.

Yeni kapılar açılıyor, ben kapılardan geçiyorum. O çok alıştığım hayattan başka bir hayattaymış gibi akarak. Buna 'geride bırakmak' deniliyor galiba. Geride bırakmayı kabullendiğim ama bırakamadığım bir dönem. Tüm sıkıntı da bundan. Oysa akan yeni hayat gürül gürül, hiç görmediğin ama keyfini çıkarmaya başladığında kabullebileceğin bir hayat. Yine de dönüp dönüp ardıma bakıyorum.  

Ve fark ediyorum ki bazen kabullenmek de bir yolculuk. İlle bir karara varmak gerekmiyor. Bazen sadece yürümek, akmak, bazen de durup ardına bakmak gerekiyor. Belki geride bırakmak dediğimiz şey, tamamen unutmaktan değil, yeniye yürürken eskisinden yüreğin ferah olmasından ibaret.

Bir eşikte olduğunu hisseder ya insan. Orada ve heyecanlıyım. Bu heyecanı kaybettiğim zamanlarda da uyuyor oluyorum. Çok bıçak sırtı her şey.

Ağıt.

Öldüğünde 85 yaşındaydı. 27 yaşında 4 çocukla bir başına köyden kente göç ettirilmişti. Ölen kocasının akrabalarının yanına, ona verilen iki göz odalı minik eve. Ama o evde ölmedi. Bir çocuğunun evinde, başında dualar edilerek, son nefesi beklenirken öldü. Köyüne gömüldü. Fındık bahçesinin içine...

Kuş kadar hafifti. Her zaman narin ve zarafetli. Kendi kendine nasıl ayakta kalınır, kimseye yük olmadan nasıl yaşanır, hepsini öğrenmişti. Öğretmişti de. Becerikli kadındı. Evi her zaman tertemiz, sofrası bereketli. Geleni gideni eksilmezdi evinden. Herkesin huzur bulduğu kuzine sobalı o anneanne eviydi orası. Ne şikâyet ederdi ne de geçmişi büyütürdü. Her daim sonsuz şükür etti. 

Bahçesini yaktığımda bile bana hiç kızmadı. 

İyi ki vardın pamuk anneannem.